Örnek Türk Genci Mustafa Kemal Atatürk

Örnek Türk Genci;
Mustafa Kemal Atatürk
İdeal Türk gencinin nasıl olması gerektiğini anlatırken bir örnek göstermek istersek, akla ilk önce Atatürk'ün kendi gençliği gelir. Çünkü yaşadığı zor koşullar, savaşlar, çatışmalar, karşısındaki güçlü düşmanlar göz önünde bulundurulduğunda, dünya tarihinde Mustafa Kemal gibi bir örnek bulmak oldukça zordur.

Onun yaşamı kendini milletine vakfetmiş, tek önceliği ülkesinin iyi bir geleceğe kavuşmasına vermiş, idealist bir dava adamının hayatıdır. Bu bölümde Atatürk'ün doğumundan 19 Mayıs 1919 yılına kadar olan yaşamı çeşitli örneklerle aktarılacaktır. Bu bölümün hazırlanmasındaki amaç Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve ülkemizi uygar ülkeler seviyesine çıkarmak gibi büyük bir sorumluluğa sahip olan Türk gencine yol göstermektir. Çünkü Mustafa Kemal azmi, kararlılığı, cesareti, girişkenliği, zorluklar karşısında yılmaması, çalışkanlığı ve daha birçok güzel özelliği ile önümüzdeki gerçek bir örnektir. Bugün her Türk genci kendisine onu örnek almalı ve onun sözlerinde ifade ettiği ideallerini yerine getirmek için canla başla çalışmalıdır. Çünkü Atamızın söylediği gibi: "Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."

Mustafa Kemal gerçek bir liderdi

Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Ali Rıza Efendi Selanik yerlilerindendi. Ali Rıza Efendi, hayatının ilk devirlerinde gümrük memurluğu yapmış, daha sonraları memuriyeti terk ederek kereste ticareti ile meşgul olmuştu. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın ailesi de soy olarak Anadolu'dan Rumeli'ye geçmiş yörüklerdendi.

1871 yılında Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi'nin henüz elli yaşlarında iken 1888 yılında ölmesi üzerine, Mustafa yedi-sekiz yaşlarında yetim kalmıştı. Onun büyütülmesinden, eğitiminden ve yetiştirilmesinden annesi sorumluydu. Mustafa annesinin arzusuna uyarak bir süre Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde eğitim gördü. Daha sonra da babasının isteği ile Selanik'te askeri eğitim yapan Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti ve ilkokulu burada bitirdi. Mustafa bu okulda okurken babasını yitirdi.
Ali Rıza Efendi'nin ölümü üzerine, Zübeyde Hanım çocuklarıyla birlikte Selanik yakınlarında yaşayan kardeşi Hüseyin Efendi'nin yanına yerleşti. Bu çiftlik hayatı nedeniyle Mustafa'nın öğrenimi bir süre aksadı. Ancak kısa süre sonra Selanik'te halasının yanına yerleşerek, öğrenimine kaldığı yerden devam etti. Bir öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı. Mustafa Kemal, bu döneme ait bir hatırasını kendi ağzından şu şekilde aktarmakta ve daha küçük yaşlarda da bir eğitmen olduğunu ortaya koymaktadır:

"Öğretmenim sert bir kişiydi. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize:

-Aranızda kimler kendine güveniyorsa kalksınlar, onları öbür arkadaşlarını çalıştırmakla görevlendireceğim, dedi.

Ben önce duraksadım. Öyle arkadaşlar ayağa kalktı ki, ben kalkmamayı yeğledim. Kalkanlardan birinin öğrencisi oldum. Ama onun çalıştırmalarına dayanamadım ve bir gün ayağa kalkarak:

- Ben bundan daha iyi yaparım, dedim.

Bunun üzerine öğretmen bana öğrenci çalıştırma görevi verdi ve daha önce beni çalıştıranı da bana öğrenci yaptı.

1893 yılında kendi kararı ile Askeri Rüştiye'ye müracaat ederek öğrenimine burada devam etti. Yazları, dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar çiftlikte kalırdı. Bu okulda kısa sürede zekası ve üstün yetenekleri ile ön plana çıktı ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı. Aynı ismi taşıdığı matematik hocası tarafından kendisine "Kemal" ismi takıldı.

Atatürk 22 Eylül 1924 yılında Samsun'da öğretmenlerin verdiği bir toplantıda aldığı eğitim hakkında şunları söylemiştir:

Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, gerçek ve fedakar öğretmenler, eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir yüce kişiye rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti. Demek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır.
Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra, 1896 yılında Manastır Askeri İdadisi'ne girdi. Burada Ömer Naci ile arkadaşlık etti. İleride ünlü bir hatip olarak tanınacak olan Ömer Naci, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde önemli rol oynadı. Yakın arkadaşlarından biri olacak olan Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Mustafa Kemal, askeri öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yazları Fransızca dersleri alıyordu. 1888'de kurulmuş olan Tophane semtindeki "College des Freres de Salle" (Frerler Okulu)'in özel kurslarına kayıt yaptırıp, dersleri düzenli olarak takip ediyordu. Bu özel derslerde Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden biri Frere Rodriquez (1849-1941)'di. Bu kişinin anlattığına göre, Mustafa Kemal gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençti ve subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya geliyordu. Mustafa Kemal, gerçekten İdadi'den başlayarak gençlik yıllarında Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, "bir kurmay subay mutlaka yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır" diyordu.

Mustafa Kemal'in ne kadar çalışkan bir öğrenci olduğu kendi sözlerinden şu şekilde ortaya çıkmaktadır:

Askeri liseyi bitirdiğimde merakım hayli ilerlemişti. Manastır Askeri Lisesi'ndeki matematik bana çok kolay geldi. Konuyla ilgilenmeyi sürdürdüm. Ama Fransızca'da geriydim. Öğretmen benimle pek ilgilenmiyor, ağır uyarılarda bulunuyordu. Bu uyarılar çok gücüme gitti. İlk tatilde buna bir çare aradım. İki, üç ay gizlice Frerler okulunun özel sınıfına devam ettim. Böylece okulda okutulanın üstünde Fransızca öğrendim. O zamana kadar edebiyatla pek ilgim yoktu. O sıralar, Ömer Naci, Bursa Ortaokulu'ndan kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Şiirler yazıyordu. Benden okuyacak kitap istedi. Tüm kitaplarımı gösterdim, hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımın hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şeylerin bulunduğunu o vakit fark ettim. O konuda çalışmaya başladım.

Genç Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni de başarı ile bitirerek 13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 1902'de bu okulu Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisi'nde devam etti. 1903 yılında Üsteğmen olmuştu. 11 Ocak 1905 tarihinde de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi'nden mezun oldu. Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi'nde de zekası, yetenekleri ve üstün kişiliği ile tanınmış, çok büyük bir sevgi ve saygı kazanmıştı.

En çok ön plana çıkan yönleri ise matematiğe ve edebiyata olan ilgisinin yanı sıra, güçlü hitabet yeteneğiydi. Memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesurca ifade etmesi, gözü karalığı, aydın ve devrimci kişiliği ile tanınmıştı. Yine kendisi şöyle anlatmaktadır:
Kurmay sınıflarına geçtik. Alışık olduğum düzende derslerime çok sıkı çalışıyordum. Derslerin ötesinde bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler belirmeye başladı. Ülkenin yönetiminde ve izlenen politikada kötülükler olduğunu keşfetmeye başladık. Binlerce kişiden oluşan harp okulu öğrencilerine bu keşfimizi anlatma hevesine düştük. Okul öğrencileri arasında okunmak üzere el yazısıyla hazırlanmış bir gazete kurduk. Sınıf içinde küçük bir örgütümüz vardı. Ben yönetim kurulundaydım. Gazetenin yazılarını genellikle ben yazıyordum... Kurmay sınıflarının sonlarına kadar biz bu işleri sürdürdük. Yüzbaşı olarak okuldan ayrıldıktan sonra İstanbul'da geçireceğimiz süre içinde bu işlerle daha fazla meşgul olabilmek için arkadaşlardan biri adına bir daire kiraladık. Ara sıra orada toplanıyorduk. Bu hareketlerimiz biliniyor ve izleniyordu.

Mustafa Kemal'in lider kişiliği onunla tanışan her kişide çok derin bir etki bırakıyordu. Bu kişilerden biri de Osman Nizami Paşa idi. Osman Nizami Paşa tanıştıktan kısa bir süre sonra Mustafa Kemal'e şunları söyler.

Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi Erkan-ı Harp zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekan ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zeki emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.

Büyük bir istibdat idaresi altında yaşamasına rağmen bu tavırları onun aleyhinde olmadı. Çünkü o çevresinde çok seviliyor, samimiyetine inanılıyor ve tanıştığı insanlarda hemen büyük bir güven oluşturuyordu. Bununla beraber Harp Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu nedeniyle şüphe çekti ve İstanbul'da birkaç ay tutuklu kaldı. Daha sonra da 5 Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine bir nevi sürgüne gönderildi.

Sürgünde başlayan büyük mücadele

Şam'da 5. Ordu'nun emrinde kaldığı üç yıl içinde Suriye'nin hemen her yerini görevle dolaştı, ülke yönetimindeki aksaklıkları, ordunun eksikliklerini daha yakından gördü. 1906 yılına geldiğinde ise artık ülkesi için bir şeyler yapması zamanı geldiğini anlamıştı. Ekim ayında güvendiği bazı arkadaşlarıyla birlikte gizlice "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kurdu. Daha sonra Beyrut, Yafa ve Kudüs'te de kurdukları bu cemiyeti genişletti. Bir ara gizli olarak Mısır ve Yunanistan yoluyla Selanik'e geçerek burada da "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"nin bir şubesini açtı. Yunanistan'a geçişi ve bu dönemde yaşadıkları onun mücadeleci kimliğini, cesaretini, ülkesinin ve halkının menfaatini her şeyin önünde tuttuğunu gözler önüne sermekteydi. O dönem yaşadıklarını Mustafa Kemal Atatürk şu şekilde anlatmaktadır:

... Suriye'ye sürüldüm. Şam'daki bir süvari birliğinde staj yapmakla görevlendirilmiştim. O sıralar Dürzilerle bazı sorunlar vardı. Dürziler üzerine askeri birlikler gönderiliyordu. Ben görev yerine gittim ve dört ay orada kaldım. Orada "Hürriyet Cemiyeti" adında bir dernek kurduk. Bunu genişletmek amacıyla aldığımız önlemler arasında benim çeşitli askeri sınıflarda staj yapma bahanesiyle Beyrut, Yafa ve Kudüs'e gitmem de vardı.

Buna göre hareket ettim. Saydığım yerlerde örgütlenildi. Yafa'da daha fazla kaldım. Oradaki örgüt daha güçlü oldu. Ancak Suriye'de istediğimiz düzeyde örgütlenme olanaklı görünmüyordu. Benim kanım Makedonya'da işin daha hızlı yürüyeceğiydi. Oraya gitmek için çare düşünüyordum.

Sürgüne gönderilmemle ilgili olarak hakkımdaki kararda "kolay yollardan memleketine gidemeyeceği bir yere gönderilmesi" kaydı vardı. Bu bakımdan Makedonya'ya gitmek hayli zordu. O sırada bir yanlışlık sonucu olduğunda kuşku bulunmayan bir izin belgesi elimize geçti. Buna yanlışlık denebilir. Ama bu yanlışlık şurada, burada çalışan komite üyelerinin çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştı.

Bu belgeye göre izinli olarak İzmir'e gidebilecektim. İşim içinde bir yanlışlık olduğunun meydana çıkabileceğini anlıyordum. O sıralarda Selanik'te topçu müfettişi olarak bulunan Şükrü Paşa'nın çok vatansever biri olduğundan söz ediliyordu. Kendisine bir mektup yazdım. Kendimi ve amacımı az çok anlattım. Bu amaçların en kısa sürede gerçekleşmesi Makedonya'ya gitmeme bağlıydı. Kendisi hakkında duyduklarım doğruysa Makedonya'ya gitmeme aracılık etmesini rica ettim. Doğrudan doğruya yanıt vermedi. Ama, herhangi bir yoldan Selanik'e gidersem sorunun çözümlenebileceği dolaylı olarak bildirildi.
İzin belgesini cebimize koyduk. Makedonya'ya gitmek üzere hareket ettim. Ama hareketten sonra işin ortaya çıkması olasılığına karşı önlem olmak üzere, izimizi kaybettirmek amacıyla önce Mısır'a, sonra Yunanistan'a gittim. Eğer bir bilgi edinilirse oralardan geçerken Yafa'dan bildireceklerdi. Hiçbir şey yazmadılar. Kılık değiştirip takma adla Selanik'e girdim. Bir gece Şükrü Paşa'yı gördüm. Benimle temastan çekiniyordu. Ben ciddi bir dayanak noktası bulamaksızın dört ay Selanik'te kaldım. O arada okul müdürü Tahir Bey, Hoca İsmail Efendi, Ömer Naci, Hüsrev Sami, Hakkı Baha gibi arkadaşlara amaçlarımızı anlattım. Hürriyet Cemiyeti'nin şubesini kurdum.

İstanbul'da, Selanik'te bulunduğum öğrenildiğinde hakkımda kovuşturma başladı. Oradan yine kılık ve ad değiştirerek Yafa'ya geçtim. O zamanlar bir Akabe sorunu vardı. Kendimi hemen sınırda görevlendirttim. Arandığımda sınırda ortaya çıktım.

Toplam olarak iki buçuk - üç ay Suriye'de kaldım. Bu süre içinde her şey unutulmuştu. Makedonya'ya naklim için resmi başvuruda bulundum. Amacım gerçekleşti.

Mustafa Kemal Selanik'ten sonra tekrar Şam'a döndü. Şam'dan uzaklaştığı hükümet tarafından duyuldu ise de, üst rütbesindeki amirleri sayesinde bir ceza görmedi. 1907 yılında kıdemli yüzbaşı oldu ve Şam'daki ordunun Kurmay Başkanlığı'nda bir göreve getirildi.

Mustafa Kemal 13 Ekim 1907'de merkezi Manastır'da bulunan 3. Ordu Karargahı'na atandı. Bu karargahın Selanik'teki şubesinde çalışmak üzere Selanik'e geldi. Bu sıralarda Selanik'teki "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" üyelerini de içine almış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyet halinde idi. Mustafa Kemal de Selanik'e gelişini takip eden günlerde bu cemiyette hizmet etmeye başladı. 22 Haziran 1908'de Üsküp-Selanik arasındaki demiryolu müfettişliği görevi de 3. Ordu Karargahı'ndaki görevine ek olarak kendisine verildi.

Bu sırada "İttihat ve Terakki Cemiyeti" Abdülhamit'i, 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan'ı tekrar toplantıya çağırmaya zorlamaktaydı. Bu girişimlerin sonucunda 2. Meşrutiyet ilan edildi.
-vizyonhaber-

Yorumlar